31.07.2009

Korsanların yeni lideri Rob Marshall



2.6 milyar dolar. Dile kolay, az para değil. Bu, Karayip Korsanları serisinin toplamda elde ettiği gişe hasılatının miktarı. Tabii iş bu kadar karlı olunca bırakmak da kolay olmuyor. Jerry Bruckheimer ve Disney bir süredir Karayip Korsanları'nın 4. halkasını hayata geçirmenin yolunu arıyorlardı. Geçtiğimiz Nisan ayında Gore Verbinski'nin başka maceralara yelken açtığı anlaşılınca ( bu "yelken açmak" lafı da pek klişe ama dayanamadım, yeni aşklara yelken açılır ya hep ) yeni filmi çekecek bir isim aranmaya başlanmıştı. Variety'nin son geçtiği habere göre Chicago'nun Oscar adayı yönetmeni Rob Marshall ile anlaşma sağlanmak üzereymiş. Başrolde yine Johnny Depp olacak elbette. Çekimlerin 2010 içinde başlaması planlanıyor.

Alien yine Ridley Scott'a emanet



Alien'in yeniden çevrileceğini daha önce duyurmuştuk hatırlarsanız. Ancak o sırada bazı detaylar belirsizdi. Örneğin Scott biraderlerin sadece yapımcı olarak projede yer alacağı ve filmi bir başkasının yöneteceği söyleniyordu. Bu durum değişti. Filmi Ridley Scott çekecek. Üstelik yeni Alien eskisinin bir yeniden çevrimi değil prequel dediğimiz yani "öncesini" anlatan bir film olacak. Hani hep merak etmiştiniz ya, "o yumurtalar oraya nasıl geldi?" diye. İşte şimdi cevabını bulacaksınız. Filmin senaryosunu yazacak olan kişiyse son zamanlarda uzay gerilimi deyince akla gelen ilk isimlerden biri olan Jon Spaihts. Başrolünü Keanu Reeves'in oynayacağı Shadow 19 adlı bir filmin senaryosunu yazan Spaihts şu sıralar birkaç film üzerinde daha çalışıyor. Sırası geldikçe onlardan da bahsederiz belki.

Twilight'da kılıçlar çekildi



Stüdyo oyuncuya karşı! Son günlerin en hararetli tartışmalarından biri Twilight serisinin önümüzdeki günlerce çekimlerine başlanacak olan 3. filmi etrafında gelişiyor. Şahsen Twilight ve etrafında oluşturulan tuhaf auraya pek de sempatiyle bakmadığımı itiraf edeyim. Yine de filmlerin yapımcılığını üstlenen Summit'in ilk iki filmde oynayan bir oyuncuyu 3. filmde oynatmayacaklarını açıklaması ( ve sonrasında yaşananlar ) ilgimi çekti. İlk iki filmde Victoria rolünü canlandıran Rachelle Lefevre'in üçüncü filmde yerini Bryce Dallas Howard'a bırakması haberi ilk başta çok da yankı yaratmadı. Ancak genç oyuncunun sorunun kendisinden kaynaklanmadığı ve topu topu 10 günlük bir çekim yüzünden rolününü elinden alındığını öne sürmesi ortamı gerdi. Bunun üzerine Summit kapsamlı bir basın açıklaması yayınladı. Lefevre'in üçüncü Twilight filmi Eclipse'in prova döneminde başka bir filme vakit ayırmasının profesyonelliğe sığmadığı gibi bir argümanın yer aldığı açıklamayla birlikte tam anlamıyla kılıçlar çekilmiş oldu. Şu sıralar tüm sektör bu konu üzerinde kafa patlatıyor. Kimileri stüdyoyu haklı bulurken ( sonuçta parayı bastıran filmi çekiyor biliyorsunuz; tam Hollywood işi ne de olsa ), kimileri de ilk iki filmde küçük bir rol olarak yer alan ama üçüncü filmde bir anda ağırlık kazanan Victoria karakterinin Lefevre gibi şöhreti zayıf bir isme teslim etmemek adına böyle bir bahaneye sığınıldığını iddia ediyor. Doğrusu ben de bu ikinci fikre katılıyorum. Ne de olsa Summit ilk filmin yönetmeni Catherine Hardwicke'ye de aynı şeyi yapmış ve ikinci filmde görevi Chris Weitz'a devretmişti.

30.07.2009

Fatih Akın "Soul Kitchen" ile Venedik'te


Venedik Film Festivali'nde bu yıl Türk sineması yok, Türk yönetmen var. Gerçi Fatih Akın'ı Alman sayanlar da az değil ama, örneğin Cannes Film Festivali'nde resmi katalogda "Türk yönetmen" ibaresi yer almıştı onun sayfasında. Herneyse, 66. Venedik Film Festivali'nin programı açıklandı ve Fatih Akın'ın ( Soul Kitchen ) yanısıra şu isimlerin yarışmaya kabul edildiği görüldü: Michael Moore ( Capitalism: A Love Story ), Werner Herzog ( Bad Lieutenant: Port of Call New Orleans ), Todd Solonz ( Life During Wartime ), Jacques Rivette ( 36 vues du Pic Saint Loup ), George Romero ( Survival of the Dead ), Patrice Cherau ( Persecution ), Claire Denis ( White Material ). Listenin tamamını Venedik Film Festivali sitesinden bulabilirsiniz. Bu yıl Fransız ve Amerikan filmleri ağırlıkta. Onları İtalyan sineması takip ediyor ama yarışmada yukarıda saydıklarımdan daha yıldız isimler de yok. Soderbergh ve Oliver Stone ( Chavez'in belgeselini çekmiş bu kez ) yarışma dışı katılıyor. Yarışma filmleri içinde en çok Herzog'u merak ediyorum elbette, bir de Fatih Akın'ın filmini. Türk sinemasının olmayışı ise üzücü ama şaşırtıcı değil. Nedense yılın bu zamanında bizimkiler ya çekimde oluyor, ya da montajda. Hazır olanlar da Venedik için yeterli görülmüyor anlaşılan.

29.07.2009

Blood Simple'a Zhang Yimou yorumu



Coen Biraderler'in ilk filmi Blood Simple ( 1984 ) tekrar çevriliyor sevgili Devamlılık Hatası takipçileri. Üstelik yönetmen koltuğunda da bir hayli ilginç bir isim oturacak. Zhang Yimou. Hero ve 2008 Pekin Olimpiyatları desek yeter herhalde. Doğrusu ilginç bir haber. Coen'lerin o kara mizahla yoğrulmuş özgün tonunu unutturabilmek hiç kolay bir iş gibi gelmiyor bana. Zhang Yimou gibi görsel hayalgücü alabildiğine geniş biri için bile. Mekan olarak bir noodle dükkanının seçildiği biliniyor ama başka da detay yok. Merakla bekliyorum. Merakla.

Vizyondan: Devlet Sırrı



Fazla bir şey beklemeyin. Asıl adı Secret Defense olan Fransız yapımı casusluk filmi için ilk uyarımızı baştan yapmış olalım. Filmin çok da Fransız sineması gibi durmadığını, sıradan bir Amerikan aksiyonundan farklı olmadığını da ekleyelim. Söylediği yeni hiçbir şey yok ayrıca. Kimi açılardan Nikita'yı, diğer açılardan da ortadoğulaların terörist olarak sınıflandırıldığı tüm o abuk sabuk Amerikan filmlerini taklit ediyor Devlet Sırrı. Devletin bireyleri nasıl kullandığı ve onları kolaylıkla harcanabilecek silahlar olarak gördüğüne dair bazı cümleler var filmde ama son tahlilde "evet bu kadar insan öldü ama o sayede de şu kadar bombalı saldırı önlendi" şeklinde beliren bir sistem doğrulaması çıkıyor karşımıza. Metroda geçen ustaca kurgulanmış bir iki sahne dışında filmin genel olarak inandırıcılık problemi çektiğini de ( kız neden bu kadar kolay ikna oluyor casusluk yapmaya, öteki oğlan neden din değiştirip canlı bomba olmayı kabul ediyor gibi soruların kendince cevapları var filmde ama çok zayıf doğrusu ) söylememiz gerek. İşin psikolojik tarafı gümlemiş sizin anlayacağınız. Benzer temaları çok daha doğru ve iyi biçimde ele alan Syriana'yı bir kez daha takdir ettim doğrusu.

28.07.2009

Jon Hamm sinemada tutunabilecek mi?



Televizyondan sinemaya geçiş çok da kolay değil biliyorsunuz. George Clooney tam anlamıyla kabul görene kadar 3 - 4 filmde oynadı ( One Fine Day, The Peacemaker, From Dusk Till Dawn, Batman & Robin ) ve hemen hepsinde de kötü eleştiriler aldı. Neyse ki Soderbergh imdadına yetişti de Out Of Sight ile her ikisinin de kariyeri kurtuldu. Mesele temel olarak şu aslında: televizyonda uzun süre aynı karakterle görünen oyuncuyu izleyicinin farklı bir rolde kabullenmesi vakit alıyor. Bu geçiş aşamasında yanlış seçimler yapan oyuncu da gerisin geriye televizyona dönüş yapıyor. Jon Hamm bildiğiniz gibi son yılların en başarılı televizyon dizilerinden biri olan Mad Men'in başrol oyuncusu. Son 2 yıldır en seksi erkekler arasında gösteriliyor. George Clooney'nin biraz daha erkeksi, biraz daha derinlikli olanı. Tabii televizyondaki popülaritesi ona sinemada bazı kapılar açmaya başladı. Keanu Reeves'li The Day The Earth Stood Still'de oynadı örneğin ( ki film tutmadı, Hamm ses getirmedi ). Stolen Lİves diye bir filmde oynadı, akibeti belirsiz. Allen Ginsberg'in hayatını konu alan Howl'da oynadı, film henüz çıkmadı ( çıksa da rolü 2. derece görünüyor ). Şimdi aldığım bir habere göre Ben Affleck'in yöneteceği ( ve oynayacağı ) The Town adlı bir filme başlayacakmış. Chuck Hogan'ın romanından uyarlanan film romantizmin ön plana çıktığı bir suç filmi ve Jon Hamm'e aradığı çıkış fırsatını verebilecek bir işe benziyor. Mad Men'in yeni sezonu da 16 Ağustos'ta başlıyor bu arada.

Hafıza 2: Jaws



1975 yılında tam da bu hafta ( 25 Temmuz ) gösterime çıkan Jaws hafıza serimizin 2. filmi oldu. 70'li yılların genç aslanlarından biri ( Peter Biskind'den çaldım tabiri ) olarak Hollywood'un stüdyo sistemini teslim alan bir grup genç sinemacı arasında Steven Spielberg diye tıfıl bir oğlan da vardı. Tıfıllığı sadece yaşından değil ( Jaws'u çektiğinde 30'una bile gelmemişti ) "geeky" tipinden de geliyordu biraz. 70'lerin başlarında hiç de fena sayılmayacak iki film çekmişti. İlki televizyon için çektiği Duel ( otoyol kabusu ) ve Goldie Hawn'un unutulmaz bir performans sergilediği The Sugarland Express. Her ikisi de yol filmi olarak nitelenebilir kanımca. Ama Spielberg asıl ününü Peter Benchley'in romanından uyarladığı ve tek cümleyle özetlenebilecek denli ( "Dev bir köpekbalığı bir sahil kasabasında dehşet yaratır" desek yeter herhalde ) basit bir konuya sahip Jaws'a borçlu. Film, kimilerine göre sinemanın canına okuyan, "blockbuster" hadisesinin miladı olarak kabul edilir. Bir kere zamanın temayüllerinin aksine aynı anda Amerika'nın her yerinde gösterime çıkan ilk film olmuştu. Jaws'a kadar filmler önce belli başlı kentlerde vizyona çıkar, tutarsa dağıtım ağı genişlerdi. Spielberg'in köpekbalığı o kadar başarılı oldu ki, onun ardından gelen ve gişe yapacağı düşünülen tüm filmler geniş çaplı vizyon görmeye başladı. Hatta bu vizyon Amerika'yı da aşıp, dünyaya yayıldı. Jaws'un ( ki B movie tarzı bir korku filmidir aslen ) ustaişi bir film olduğu su götürmez. Yine de söylenenlere katılıyorum, yani tam da The Godfather, Taxi Driver, The Last Detail, McCabe & Mrs. Miller gibi neredeyse Hollywood içi bir auteur hareketinin ivme kazandığı dönemde sinemaya bir darbe vurmuş ve tüm eğilimleri yine büyük stüdyo filmlerine yönlendirmiştir. Spielberg için "çok iyi bir second unit yönetmenidir" dendiğini unutmayalım. Sonra kendisini fersah fersah aştı gerçi. Başrolünü mekanik bir köpekbalığının oynadığı Jaws başrolündeki üç R'ye de ( Roy Scheider, Richard Dreyfuss ve Robert Shaw ) çok şey borçlu bence. Özellikle Robert Shaw'un neden köpekbalıklarından nefret ettiğini anlattığı monologu ( bir nevi Kaptan Ahab - Moby Dick hadisesi ) müthiştir.

Günün filmi: Out of The Past







Film noir klasikleri serimiz devam ediyor. 1947 yapımı Out Of The Past Fransız asıllı yönetmen Jacques Tourneur'ün yönettiği en önemli filmlerden biri. Tourneur için Fransız asıllı tabirini de şu yüzden kullandım, çünkü 10 yaşında babasıyla birlikte ABD'ye göçmüş ve hayatının geri kalan kısmını orada geçirmiş. Birçok yerde Amerikalı yönetmen diye de bahsedildiğini görmek mümkün. RKO yapımı filmde başrol tabii ki Robert Mitchum'un ( hatırlayınız, Howard Hughes'un en sevdiği oyuncudur kendisi ). Nişanlısı ile birlikte güzel bir geleceğin hayallerini kurarken tanıdığımız Jeff Bailey ( eski özel detektif, yeni benzinci ) geçmişinden gelen bir adam yüzünden olmadık bir maceraya bulaşacaktır. Siyah beyaz filmin hemen hemen ilk yarısı tamamen flash-back olarak anlatılıyor ve Jeff'in nasıl belalı bir geçmişten geldiği gözler önüne seriliyor. Bu noktada dört başı mamur bir kara filmin olmazsa olmaz unsurlarından "dış ses"in devreye girdiğini görüyoruz. Filmin ikinci yarısı ise kahramanımızın trajik sona doğru nasıl bile bile ilerlediğini izliyoruz. Tourneur'ün ustaca kurguladığı filmin kilit kişisi ise belki de kara film tarihinin en etkileyici femme fatale'lerinden Kathie Moffat ( Jane Greer ). Filmin kötü adamlarından biriyse ( ki hiçbiri Kathie kadar tehlikeli değil ) Kirk Douglas tarafından canlandırılıyor. Her haliyle cool, birinci sınıf bir film. Filmin sonunda sağır ve dilsiz delikanlının selamı ise şık bir dokunuş. DVD'si amazon.co.uk'den edinilebilir.

27.07.2009

Host 2 geliyor mu?



Güney Kore sinemasının son yıllardaki en iyi işlerinden biri Host ( Gwoemul ) hala hafızlardaki yerini koruyor. En azından benim hafızamda. Film sadece Güney Kore'de yaklaşık 15 milyon kişi tarafından izlenerek bir de rekor kırmıştı. Türk sinemasının ( ki bizim nüfusumuz G. Kore'den en az 20 milyon daha fazla ) izleyici rekorunun topu topu 4 milyon civarında olduğunu düşünürseniz manzara daha netleşebilir. Şimdi aldığım bir habere göre Bong Joon-Ho'nun filminin devamı için bir hayli yol katedilmiş durumda. Singapur merkezli Boku Films'in Host 2 için 5 milyon dolar vermeyi kabul ettiği söyleniyor. Tabii ki devam filmi ilkinin gölgesinde kalır mı, yoksa Bong Joon-Ho'nun şapkasında bir tavşan daha var mıdır, tartışılır. Ama bu sefer iyimserim galiba. Hayırlısı.

Vizyondan: Halk Düşmanları



Haftaya Michael Mann'ın son filmi Public Enemies - Halk Düşmanları ile başlıyorum. Filmi biraz geç gördüm belki ama üzerinde durmadan olmaz. Herşeyden önce Mann'ın eskiden beri takipçisi ve destekçisiyim ( ne demekse ). İlk filmlerinden Manhunter'ı hemen herkes gibi Kuzuların Sessizliği'nden sonra izlemiş ve iki film arasındaki net fark beni bir hayli şaşırtmıştı. Mann tüm dünyanın bayıldığı Hannibal Lecter mitine bambaşka bir ruh haliyle yaklaşmıştı. Karanlık, depresif ve Lector özelinde de çok daha ayakları yere basan bir filmdi Manhunter. Mohikanların Sonuncusu'nu sinemada izlemiş ama çok fazla etkilenmemiştim. Mann'ı bana sevdiren elbette Heat oldu. Sonra Insider'ı izledim ve çok daha fazla sevdim. Hala en sevdiğim filmi Insider'dır. Collateral'i küçük ekranda izledim ve onu da çok beğendim, ama ne yalan söyleyeyim Miami Vice'a bir türlü elim gitmedi. Colin Farrell antipatisi olsa gerek. Gelelim Public Enemies'e. Johnny Depp ve Christian Bale gibi Hollywood'un son dönem yıldızları içinde özellikle parlayan iki ismini birden barındıran film baştan sona HD çekilmesinin etkisiyle izleyende güçlü bir gerçeklik duygusu yaratıyor. 1930'lu yılların Amerika'sını belki de hiçbir filmde olmadığı kadar doğru yansıtmış olduğunu düşünüyorum. Sanki gerçekten de o dönemde çekilen bir belgesel tonuna sahip Public Enemies. Michael Mann'ın Heat'de de izlediğimiz o müthiş çatışma sahneleri ise bu sefer daha da etkileyici. Hiçbir romantizme izin vermemiş Mann bu sahnelerde. Keyif alarak izlediğiniz sekanslar değil bunlar, aksine boğulma hissiğne benzer bir şeyler duyduğunuz, bir an önce bitmesini beklediğiniz sahneler. Öte yandan Dillinger'ı ve Marion Cotillard'ın canlandırdığı sevgilisi Billie'yi alabildiğine romantize ediyor. Hatta Dillinger'ın peşindeki Purvis'i bile. Klasik anlamda bir suç filmi değil elbette ama mitleşmiş bir karakter üzerinden anlattığı sağlam bir dönem filmi kesinlikle. Akılda en çok kalan sahneler ise hiç şüphesiz Dillinger'ın kendi fotoğrafını karşısında görüverdiği sinema salonunda geçen bölüm ( ki diğer, yani sondaki sinema bölümü de çok iyi, Clark Gable'ın filmini izledikleri sahne ) ve yine Dillinger'ın kendisini yakalamaya adanmış ekibin odasını gezdiği karakol sahnesi. Uzun lafın kısası, Transformers'ların, Star Trek'lerin, Harry Potter'ların cirit attığı cilalı yaz aylarında yetişkinler için yapılmış bir film var karşımızda. Bu da az şey değil doğrusu.

24.07.2009

Ersin Pertan'ı kaybettik



Yönetmen Ersin Pertan bir beyin rahatsızlığı sonucu 66 yaşında hayata veda etti. Kendisini uzun zaman önce henüz ilk filmini çektiği yıllarda tanımıştım. Fotoğraf kökenli bir sinemacıydı. Hatta Kurt Kanunu'nda fotoğrafçılığının izleri bir hayli hissediliyordu. Türk sinemasının en sıkıntılı dönemlerinden birinde yönetmenliğe atılmış ve kendi dilini kurma yolunda çok ilerlemişti. Yine de istediği kadar film çekemediğine inanıyorum. Özellikle de piyasanın hareketlenmeye başladığı dönemde ya finansal zorluklar yüzünden ya da yapımcılığa daha fazla zaman ayırıp daha az karşılık alabildiğinden olsa gerek 18 yıllık yönetmenlik kariyerinde 2'si belgesel 7 film çekti. Şarkıcı filminde benim de minicik bir rolüm vardır hatta. Eşi Ani Pertan ile birlikte Beyoğlu'nun Tarlabaşı'na bakan ucunda, eski Kızılay'ın tam karşı köşesinde bir evde otururlardı ama sonra ne oldu bilmiyorum. Çok güzel bir evdi. Ersin Pertan'ı hep o sükunet dolu gülümsemesiyle hatırlayacağım herhalde. Huzur içinde yatsın.

23.07.2009

Bu hangi filmin afişi?



Adamlardaki güvene bakar mısınız? Filmin adını yazmaya gerek bile duymamışlar. Afiş fena olmamış gerçi. Bir ipucu verelim isterseniz. Bu gördüğünüz afiş son yılların en çok iş yapan seriallerinden birine ait. Daha önce 5 tanesini izlediğiniz bu korku serisinin 6. filmi önümüzdeki Ekim ayında, Halloween tatilinde vizyona çıkacak. Hala anlamamış olanlar için söylüyorum: Saw 6. Bildiğiniz Testere yani.

Warcraft sinemaya uyarlanıyor



Oyunlardan uyarlanan filmler çok tatmin edici olmuyor gerçi ama Blizzard'ın efsanesini beyazperdeye aktaracak kişinin Sam Raimi olması belki işleri değiştirebilir. Ne de olsa adam Evil Dead gibi bir kültten sorumlu. Bu arada hemen belirtelim, Raimi önce Spider Man 4 üzerine yoğunlaşacak ve ancak ondan sonra Warcraft'e el atabilecek. Cannes'da görücüye çıkan ve birçok ülkede gösterime giren Drag Me To Hell ise ancak Ekim ayında bizim ellere uğrayacak.

22.07.2009

Kanlı olur ağaçların intikamı: Treevenge


Bugün şansımız Grindhouse'dan açıldı anlaşılan. Film için 4 adet sahte fragman hazırlanmış ( Machete bunlardan biriydi örneğin ), ama daha sonra 5. bir fragman daha çekilmişti. Bu fragman aslında Robert Rodriguez'in açtığı bir yarışmada birinci seçilen kısa filmdi ve adı da Hobo With A Shotgun idi. İşte o sahte fragmanın yaratıcılarından Jason Eisener daha sonra 16 dakikalık bir korku filmi çekti ve birçok festivalde resmen olay yarattı. Treevenge adlı bu kanlı korku filmi noel zamanı eli baltalı bir takım vahşi adamların katliamına maruz kalan çam ağaçlarının intikamını anlatıyor. Mizah dozu bir hayli yüksek olan filmin 10. dakikadan sonra tam bir kan gölüne döndüğünü belirtelim ve narin ruhları uyarmış olalım. Filmi herhangi bir salonda ya da TV kanalında izlemenize imkan yok ( belki bir festivalde rastlayabilirsiniz ) ama Twitch tüm filmi online olarak size sunuyor. Merak edenler doğru twitchfilm.net adresine.

Fragmandan film doğdu: Machete



Genelde tam tersi olur biliyorsunuz. Yani bir film vardır ortada ve o filmin bir fragmanı olur. Ama bu kez işler tersten yürüdü. Quentin Tarantino ve Robert Rodriguez'in "iki film birden" matığıyla gösterime giren ama ABD'deki zayıf hasılat sebebiyle dünya genelinde tek tek vizyon gören Death Proof ve Planet Terror filmleri için birkaç tane de sahte fragman çekilmişti. Bu sahte fragmanları biz Türkiye'deki vizyonda görememiştik maalesef ( çünkü filmler tek tek gösterilmişti hatırlarsanız ). Herneyse uzatmayalım, bu fragmanlardan biri, Machete, şimdi uzun metrajlı bir filme dönüşüyor. Yine de kimseyi yanıltmış olmayalyım, Rodriguez geçen seneki Comic-Con'da Machete'nin yıllar önce yazdığı bir senaryo olduğunu ve sahte fragmanı çektikten sonra da gerçek filmi çekmeye karar verdiğini söylemişti. Yani dört başı mamur bir senaryo olmadan doğru dürüst fragman bile çekilemiyor. "Senaryo da neymiş" diyen yönetmenlerimize duyrulur.

21.07.2009

Maskeli kahraman Gondry'ye emanet



Sözünü ettiğimiz maskeli kahraman The Green Hornet elbette. Uzun yıllardır bir sinema uyarlaması bekleniyordu The Green Hornet'in ama bir türlü kısmet olmamıştı. Nihayet yeşil ışık yakıldı ve işler hızlandı. Çizgi romandan sinemaya transfer olan kahramanı canlandıracak kişi belki de "kahraman" sıfatına en son yakıştıracağınız isimlerden biri: ( sıkı durun ) Seth Rogen. Michel Gondry hemen her yaptığını severek izlediğimiz nadide isimlerden. O yüzden projeye güvenimiz sonsuz. Kötü adam rolünde Nicolas Cage'i izleyecek olma ihtimali biraz can sıkıcı elbette ama, ne yapaılım, kader utansın. Cameron Diaz ile de görüşmeler sürüyormuş bu arada. Onun için düşünülen rol de The Green Hornet'in sevgilisi rolü. Bu arada senaryoya katkıda bulunan isimlerden birini Rogen olduğunu da belirtelim, sonra başımız ağrımasın. Vizyon seneye.

20.07.2009

Oscar ihtimali yüksek




Biraz serbest atış olacak gerçi ama Morgan Freeman gibi bir isim Nelson Mandela'yı canlandırırsa ben Oscarlık bir performans beklerim doğrusu. Dört kez Oscar'a aday olmuş ve bunların sonuncusunda ( Million Dollar Baby ile ) heykelciği kaldırmış birinden söz ediyoruz. Kariyerinde istediği çıkışı geç bir yaşta yakalamış bir oyuncu Freeman, ama oynadığı hemen her filmde de ustalığını konuşturmasını bildi doğrusu. Biraz Anthony Hopkins gibi. Şimdi Clint Eastwood'un yönettiği Mandela biyografisi Invictus ile belki de hayatının performansını sunmaya hazırlanıyor. Filmin çekimleri çoktan bitti ve vizyonu da Aralık 2009 gibi görünüyor. Oscar adaylığı kesin bence. Ödül içinse, şimdiden para yatırılabilir. Ne dersiniz?

Jennifer's Body Türkiye'de gösterilecek mi?



Yılın en çok prim yapan isimlerinden biri Megan Fox oldu farkındaysanız. Onu 2 yıl önce ilk kez Tranformers'da görenlerin ağzı açık kamıştı. O açık ağızlar henüz kapanamadan ( 2 yıl geçti gerçi ama olsun ) yeni Transformers filmiyle bir kez daha geldi gündemem. Bu kez tüm medya hazırlıklıydı ama. Daha film vizyona çıkmadan birçok dergini kapağına çıktı Megan. Magazin basının fazlasıyla alaka gösterdiği güzel oyuncu bilumum "hot" listesinin de zirvesine yerleşti. Aşağıda ( çizgi versiyonu ) ve yukarıda da göreceğiniz gibi hakikaten güzel bir yaratık kendisi. Hatta "yapmam gereken tek şey, sabah uyanmak, saçımı, makyajımı yapmak ve gün boyu güzel görünmek, hepsi bu" tarzı açıklamalar yapacak kadar da kendine güvenli biri ( "güzel olduğunuz kadar küstahsınız da" denebilir kendisine ). Şimdi ilk başrolünü canlandırdığı Jennifer's Body ile bir kez daha gündemde Megan Fox. İçine Şeytan girince etrafındakileri öldürmeye başlayan güzeller güzeli bir amigo kızı oynuyor bu filmde. Filmin senaristi Juno'nun Oscarlı yazarı Diablo Cody. Diablo Cody'nin adı ve Megan'ın varlığı olunca film de bir anda izlenmesi gereken bir ürüne dönüşebilir aslında. Yine de fazla umut bağlamamk lazım. Filmin ardından bir de çizgi roman geldi bu arada. Aşağıda gördüğünüz fotoğraf da o çizgiromandan alınma. Çizgiromanı okumak nasip olur mu bilinmez ama film Eylül'den itibaren gösterime çıkmaya başlıyor. Yalnız can sıkıcı bir detay var, Türkiye vizyonu henüz belirsiz. Acil ilgi istiyoruz.




18.07.2009

Günün filmi: Less Than Zero


Filmi bundan 20 - 21 yıl önce Osmanbey Site sineması'nda seyretmiştim yanılmıyorsam. Filmden çıktığımda allak bulak olmuştum, hiç unutmuyorum. En çok da Julian'ın hikayesi           ( Robert Downey Jr., alemlerin en has yeteneği ) etkilemişti beni. Sonra, belki bir 7-8 yıl geçti aradan ve filmin kitabını okudum. Bret Easton Ellis'in daha 20 yaşında falanken yazdığı ilk romandır Less Than Zero. Sonra zaten American Psycho ile dünyanın tanıdığı bir yazara dönüştü, o da ayrı. Romanı okuyunca şunu anladım ki film aslında hiçbir şey değilmiş. Çok da haksızlık etmiş romana karşı. Julian için demiyorum ama ne Clay, ne de Blair kitaptaki gibi değildir Kanievska'nın filminde. Zaten Ellis de "filmle romanım arasında, karakterlerin ve romanın adı dışında hiçbir benzerlik yoktur" demiş bir yerde. Haklı. Biraz da Robert Downey Jr.'ın etkisiyle herhalde, film en çok Julian'ın hikayesine odaklanır. En iyi çizilmiş karakter odur sanki. Oysa roman doğrudan Clay'in ağzından anlatılır ve biz okurken onun dünyası içinde döner dururuz, anlamsızca ama kopamadan. Julian ise efsanevi ve trajik bir kahramandır okurun gözünde. Herşey son derece donuk, son derece ölüm gibi yaşanır kitapta. Filmse öyle değildir. Ama şöyle bir şey oldu dün gece ve ben yine geçmişe gittim kısa bir süreliğine. Kanepeye yatmış zap yapıyordum ki sinema kanallarından birine Less Than Zero'ya rastladım. İlk gördüğümde bayıldığım, romanı okuduktan sonraki ikinci izlememde nedense tahammül edemediğim filme bir kez daha göz attım böylece. Son kararım şudur; çok da kötü değilmiş aslında. Bir dönemin sinemasını yansıtan ( 80'lerin gençlik filmleri hatırlayınız ) ama onlardan daha fazla karanlığa dalabilen, eli yüzü düzgün bir iş işte. Ve hala Robert Downey Jr. tabii ki.

17.07.2009

Bu film çok eğlenceli olabilir



Fazla söze gerek yok herhalde. Mega Shark vs Giant Octopus ( Mega Köpekbalığı Dev Ahtapota Karşı ) 2 ay kadar önce ABD'de hiç salonlara çıkmadan DVD olarak yayınlandı ve pek ses getiremedi haliyle. Yine de görüntüler ( trailer'ını intenetten bulabilirsiniz ) matrak görünüyor. Ağustos ayında İngiltere'de de gösterime girecek. Türkiye'de vizyon yok, DVD inşallah. Başrolde ise Lorenzo Lamas bu arada. Tam bomba.

Christopher Nolan sette




Hem de neredeyse 1 aydır. Çektiği film Inception adında bir bilim-kurgu. Bu vesileyle Nolan'ın bazı filmlerini çok beğendiğimi teslim edeyim dedim. Örneğin adını geniş kitlelere ilk kez duyurduğu Memento. Heath Ledger'ın her4kesin tozunu attırdığı Kara Şövalye de iyi işti gerçekten. Ama galiba Nolan deyince benim için bir numaralı filmi The Prestige'dir. Defalarca izlesem aynı heyecanı hissederim gibi geliyor bana. Yeni filmine gelecek olursak; başrollerde Leonardo DiCaprio, Marion Cotillard, Ellen Page, Ken Watanebe gibi isimler var. Michael Caine'in de minik bir rolü olduğunu duyduk. Japonya'da başlayan çekimler Los Angeles, Paris, Londra, Calgary ve Tanca gibi yerlede devam edecek. Filmin vizyonu ise 16 Temmuz 2010 olarak belirlenmiş.

16.07.2009

Melez Prens gişelerin prensi oldu


Asıl rekor şimdi geliyor galiba. Geçtiğimiz ay çok güçlü bir açılış yapan Transformers: Yenilenlerin İntikamı rekor getirebilir diye bir görüş ileri sürmüştük hatırlarsanız ama dün hemen hemen tüm dünyada aynı sıralarda gösterime giren Harry Potter ve Melez Prens daha da iyi bir açılışa imza attı. Transformers'ın 16 milyon dolarlık geceyarısı performansına karşılık yeniyetme büyücü Harry 22 milyon dolar toplayarak tüm zamanların en iyi geceyarısı hasılatını elde etti. Tabii artık Titanic ayarında rekorlar kimse beklemiyor, ama yine de çok yüksek bir sayıya ulaşılabilir. Film iyiymiş, kötüymüş, kimsenin umurunda değil bu arada.

14.07.2009

Scott biraderlerden haberler


Biraderlerin büyük olanı, yani Ridley Scott şu sıralar Robin Hood projesini ayağa kaldırmakla meşgul biliyorsunuz. Sherwood ormanlarının biricik kahramanını bu kez Russell Crowe canlandırıyor. Oyuncu kadrosundaki diğer isimler arasında Cate Blanchett ( Lady Marion elbette ), Mark Strong ve William Hurt gibi isimler var. Kadroya son katılan oyuncu ise Arslan Yürekli Richard rolünü canlandıracak olan Danny Huston oldu. Filmin prodüksiyonu da bir hayli sorunlu oldu bu arada. İlk yapılan hesaplara göre 2009'da vizyona sokulması planlanan film 2010 Mayıs'ına ertelendi. Sebep senaryonun defalarca yazılmasıydı. Doğrusu Kevin Costner'ın başrolünün oynadığı ve Bryan Adams'ın 90'ların ilk yarısına damgasını vuran iç bayıcı şarkısıyla ( Everything I Do I Do It For You ) hafızalara kazınan bir önceki uyarlamadan hiç hazzetmemiş biri olarak biraz temkinli yaklaşıyorum projeye. Hele de Ridley Scott ve Russell Crowe'un inişli çıkışlı performanslarını düşünecek olursanız ( Gladiator iyi, A Good Year berbat örneğin ) şüğphelenmekte haklı olduğumu kabul edersiniz. Gerçi bu sefer Gladiator'a daha yakın duruyor gibiler ama belli olmaz. Gelelim biraderlerin küçük olanına, yani Tony Scott'a. Ridley nasıl Russell Crowe ile çalışmayı seviyorsa, Tony de Denzel Washington ile çalışmayı seviyor biliyorsunuz. Şimdiye kadar 3 filmde birlikte çalıştılar yanlış hatırlamıyorsam. Yönetmenin yeni filmi Unstoppable'da da birlikte çalışacaklardı aslında ama kimi ekonomik sebepler yüzünden ( stüdyo 20 milyon dolarlık ücretinde % 20'lik bir indirim yapmasını istemiş Denzel Washington'dan ) Oscar'lı oyuncu projeden çekildiğini açıkladı. Yerine kimin geçeceği ise henüz belli değil. Hayırlısı.

13.07.2009

Bu isme dikkat: Neill Blomkamp


Çünkü herşeyden önce sadece 30 yaşında ve bu genç yaşta Peter Jackson gibi etkili bir ismin desteğini arkasını almış bir yetenek Neill Blomkamp. Birçoklarına göre yılın en iyi bilim-kurgu filmine imza attı: District 9. İnternette dolaşan haberlere göre Cloverfield tarzı bir mockumentary District 9 ve yine Blomkamp'ın 2005 tarihli Alive in Joburg adlı kısa filminden hareketle çekilmiş. Filmin hikayesi, dünyaya gelen uzaylıların mültecileştirilmeleri üzerine ilginç bir fantaziden ibaret. Güzel bir de sitesi var, meraklısına.

Tomas Alfredson'dan şaşırtıcı bir hamle


Geçen yıl tüm dünyada Twilight çılgınlığı yaşandı belki ama dikkatli gözler yılın gerçek mücevherini hemen yakaladı elbette. Romantik yeniyetme vampir fantazisinin cilalı görüntüsüne kanmayanlar, sinemada vampir imgesini sağlam bir şekilde ilerleten Let The Right One In ile aradıklarını bulmuş oldular. İşte Let The Right One In'in yönetmeni Tomas Alfredson şimdi ilk ingilizce filmini çekmeye hazırlanıyor. Proje bir hayli ilginç bana sorarsanız. John Le Carre'nin en popüler romanlarından biri olan ve yıllar önce çekilen TV dizisi TRT ekranlarında da gösterilen Tinker, Tailor, Soldier, Spy ya da bizde daha çok bilinen adıyla Köstebek İsveçli sinemacının yeni hamlesi olacak. Filmin oyuncu kadrosu henüz belirsiz. Senaryoyu ise The Queen ve Frost/Nixon adlı filmlerle Oscar'a aday olan usta kalem Peter Morgan yazıyor.

12.07.2009

Baginski ilk filmini çekiyor: Hardkor 44


Animasyona merak saranlar Tomek Baginski adını duymuştur eminim. Polonyalı animasyoncuyu tanımayanlar içinse hemen yeni bir pencere açıp araştırmalarını ve hatta en kısa yoldan youtube'a girip kısa filmlerini ( Fallen Art ve Oscar adayı Cathedral ) izlesinler. Şu aşağıda ve yukarıda gördüğünüz fotoğraflar da Baginski'nin şu sıralar üzerinde çalıştığı  ilk uzun metrajlı filmi Hardkor 44'den alınma. 2. Dünya Savaşı sırasında geçen film bir hayli ilginç göründü bana. Bir kere o döneme robotları yerleştirmiş Baginski, ki geçmişe dönük bilim kurgu her zaman geleceğe dönük olandan daha tekinsiz gelir bana. Ayrıca kendine has görsel üslubu çok baştan çıkarıcı. Akla Giger'ın Alien tasarımlarını getiriyor, farklı bir tarz olsa da. Velhasıl, merak etmek için yeterince sebep var bana sorarsanız.



Biri şu filmi durdursun!!



Tatil dönüşü yerli/ yabancı neşriyatı tarıyordum ki vaktiyle gözümden kaçmış bir habere rastladım. Anladığım kadarıyla Bonnie & Clyde hadisesi ile ilgili yeni bir film çevrilecekmiş ve başrolü de Hilary Duff oynayacakmış. Faye Dunaway fena içerlemiş bu duruma, haklı olarak, ve "bari gerçek bir oyuncu bulsalarmış" demiş. Aynı fikirdeyiz sevgili Devamlılık Hatası takipçileri. Hollywood'da bizim sesimizi duymuyorlardır elbette ama biri Allah rızası için şu filmi durdursun.

3.07.2009

Terrence Malick tempoyu artırdı


Matematiksel olarak Terrence Malick tempoyu bir hayli artırdı hem de. Kariyerinin ilk 25 yılında topu topu 3 film çeken kült yönetmen son 4 yılda ikinci filmini bitirecek neredeyse. Gerçi son izlediğimiz A New World biraz hayal kırıklığı yaratmış; Badlands ve Thin Red Line gibi olağanüstü iki başyapıtın yanına yaklaşamamıştı ama Malick hala Hollywood'da en çok heyecan yaratan isimlerden biri bize göre. 1950'lerde geçtiği söylenen filmde tarih öncesine ilişkin sahneler de olduğu hatta dinozorların yer aldığı bölümlerin de çekildiği gibi dedikodular var. Filmin başrollerinde Sean Penn ve Brad Pitt'i görüyoruz. Pitt aslında ilk tercih değilmiş bu arada, ama Malick'in ilk anlaştığı Heath Ledger ölünce yerine onu alıvermişler.

Biraderler'in yeni filmi hazır


Adı A Serious Man. Kabaca Ciddi Bir Adam diye çevirebiliriz herhalde. Coen Biraderler'i "sevdiklerim" listesinin en üst sıralarında bir yere koyarım. Barton Fink hala en sevdiğim filmleridir. Sonra Big Lebowski gelir, sonra No Country For Old Men, Miller's Crossing, Fargo, The Man Who Wasn't There... durmak lazım, yoksa gidecek. Coen Biraderler'in kendi çocukluk yıllarını yansıttığı söylenen A Serious Man 1960'lı yıllarda geçen bir kara komedi. Ekim ayında vizyona çıkması planlanan filmin en ilginç yanı da Coen Biraderler'in filmlerinden aşina olduğumuz oyuncuların hiçbirinin bu sefer görünmeyecek oluşu. Ne John Turturro, ne John Goodman, ne de Frances Mc Dormand. Hatta, çok şaşırtıcı ama, Steve Buscemi bile yok. Televizyondan tanıdığımız birkaç sima dışında ( Richard Kind'ı Spin City'den, Adam Arkin'i Chicago Hope'dan tanıyoruz örneğin ) çoğu bize yabancı gibi. Merakla bekliyoruz, ne diyelim.

2.07.2009

4. film şart mıdır?


Şunun için sordum bu soruyu: Resident Evil serisinin 4. halkasının çekileceğine dair bir haber duydum ve nedense hiç heyecanlanmadım. Doğruya doğru, Resident Evil'ın özellikle de IV numaralı oyununu gecelerce, büyük zevk alarak, uykusuz falan kalark oynadım ve neredeyse o zamandan beri de Playstation'a elimi bile sürmedim. Ama Milla Jovovich'i çok sevmeme rağmen sinema uyarlamaları beni hiç tatmin etmedi nedense. Hatta üçüncüye gitmedim bile. Söylenen o ki, serinin 4. filmi 2010 Eylül'ünde vizyona çıkacak. Adı şimdilik Resident Evil: Afterlife olarak görünüyor ve Milla'nın oynayıp oynamayacağı belli değil.

San Fransisco sokaları sahipsiz kaldı


Biz onu öyle tanıdık çünkü. San Fransisco Sokakları dizisinin babacan detektif Mike Stone'du Karl Malden bizim kuşak için. Oysa asıl büyük çıkışını 1951 yılında Elia Kazan'ın yönettiği A Streetcar Named Desire ile ( İhtiras Tramvayı ) yapmıştı. Bu filmdeki Mitch rolüyle bir de Oscar kazanmıştı hatta. Sonra On The Waterfront ( Rıhtımlar Üzerinde ) filmindeki rahip rolüyle bir kez daha Kazan ve Brando ile birlikte çalıştı. Patton, Alcatraz Kuşçusu, How The West Was Won, The Cincinatti Kid... Bir dönemin en sevilen karakter aktörlerinden biriydi. En son The West Wing dizisinde konuk oyuncu olarak kamera karşısına geçmiş ve rahip Cavanaugh rolünü canlandırmıştı. Elinde tuttuğu incil yıllar önce On The Waterfront filminde de kullandığı incilin ta kendisiydi. 97 yaşında gitti usta öte tarafa.

1.07.2009

Bu filmi sabırsızlıkla bekliyoruz: The Rum Diary


Şu isimler bir araya gelir de nasıl sabırsızlanmayız. Hunter. S. Thompson, Bruce Robinson ve Johnny Depp. Filmin adıysa The Rum Diary. Kısaca açacak olursak, 2005'te kaybettiğimiz kült şahsiyet Hunter s. Thompson'ın aynı adlı romanının nihayet filme alınacağını 2007 yılında duymuş; Johnny Depp'in projeye dahil olduğunu da öğrenince çok sevinmiştik. Bu iki isim daha önce de yanyana gelmişti hatırlayacaksınız. Önce Terry Gilliam'ın çektiği "Fear and Loathing In Las Vegas" ve ardından Hunter'ın hayatını anlatan belgesel film "Gonzo: The Life and Work of Dr. Hunter S. Thompson" vesilesiyle. İlkinde yazarın kendini temsilen yarattığı Raoul Duke rolündeydi Depp, ikincisinde ise anlatıcı görevini üstlenmişti. The Rum Diary'nin bir başka heyecan verici yanıysa İngiliz sinemasının en büyük komedi klasiklerinden "Withnail & I" adlı filmin yönetmeni Bruce Robinson'ın adı. Filmde ayrıca Giovanni Ribisi, Aaron Eckhart, Richard Jenkins ve Amber Heard gibi oyuncular da rol alıyor. Vizyon 2010'da.

Peter Greenaway'in yeni projesi


Peter Greenaway film festivali için İstanbul'a geldiğinde kendisiyle uzun bir röportaj yapmıştım. Her sorduğum soruya büyük bir ciddiyet ve detay zenginliğiyle yanıt veren İngiliz yönetmen "sırada ne var?" diye sorduğumda yaklaşık 5 dakika süren bir liste sıralamış ve beni hayrete düşürmüştü. Size şöyle söyleyeyim, eğer dediği herşeyi yapacaksa gerçekten ( ki neden yapmasın? ) 2020'ye kadar falan ajandası dolu Greenaway'in. İşte yukarıda fotosunu gördüğünüz çalışma da bahsettiği projelerden birisiydi. Rembrandt'ın Gece Devriyesi tablosuyla başlayan; Da Vinci'nin Son Yemek tablosuyla devam eden ve toplamda batı resminin 9 klasik eserini kapsayacak olan uzun soluklu projenin üçüncü ayağı Venedikli ressam Veronese'nin Kana'da Düğün adlı resmi oldu. Geçtiğimiz hafta Venedik Bienali'nde 50 dakikalı bir performans olarak görücüye çıkan "iş" Ağustos ayına kadar sergilenecek. Işığın, sesin, teatral illüzyonların ve çeşitli projeksiyonların desteğiyle deneysel bir sinema projesi olarak da görülebilecek Kana'da Düğün için New York Times gazetesi "görüp görebileceğiniz en iyi insansız sanat tarihi dersi" yorumunu yapmış.

Kabus geri dönüyor


Freddy'nin geri döneceği haberi 2008 yılının başlarında gelmişti. Hollywood'un remake, sequel, prequel gibi bilumum bozuk para sesi çıkaran fikirlere ne derece düşkün olduğu malum. O yüzden bu habere şaşırmamıştık. Robert Englund'un Freddy Krueger rolünü tekrar oynamak istmediği haberiyse kimilerini üzmüş, kimilerine makul bir karar olarak görünmüştü. Nihayetinde ihale Jackie Earl Haley'e ( Little Children'daki rolüyle takdirimizi kazanmıştı kendisi ) kalmış ve filmin çekimleri geçtiğimiz Mayıs ayında başlamıştı. Kabusların yaratıcısı Wes Craven bir röportajında durumdan duyduğu hoşnutsuzluğu belitmiş ve yapımcıların kendisinden danışman olarak yararlanmak istememelerini eleştirmişti. The Last House On The Left'in yeniden çevriminde bir hayli aktif olarak işe karışan Craven'ın bu tavrı hem anlaşılır hem de anlaşılmaz bence. Anlaşılır, zira herkes adıyla özdeşleşmiş bir franchise'a müdahele etmek ister, ama öte yandan anlaşılmaz, çünkü yeni mahsul The Last House On The Left bir fiyasko kanımca. Filmi Nirvana'nın Smells Like Teen Spirit klibini de yöneten Samuel Bayer çekiyor. Jackie Earl Haley'in 3 filmlik bir Elm Street anlaşması yaptığı ise son gelen haber. Demek işin devamı da geliyor.

Hamlet sırası Jude Law'da


Aslında çok yeni bir haber değil ama Jude Law'un oynadığı Hamlet prodüksiyonu şu günlerde New York'a taşınıyor diye biz de duyuralım istedik. Michael Grandage'ın sahneye koyduğu ve Londra'da sergilenmeye başlanan oyun 12 hafta boyunca Broadway'de oynanacak. Böylece Laurence Olivier, John Gielgud, Peter O'Toole, Ralph Fiennes, Richard Burton, Mel Gibson, Kenneth Branagh gibi isimlerden sonra Jude Law da Hamlet'i canlandıran şanslı oyuncular kervanına katılmış oldu.

Soderbergh'in hızına yetişmek...


...kolay değil doğrusu. Hem Altın Palmiye hem de Oscar kazanmış az sayıdaki sinemacıdan biri olan Soderbergh 4 saatlik iddialı epiği Che'nin ardından hiç hız kesmemiş ve The Girlfriend Experience'ı çekmişti. Meraklıları araştırmıştır ( hatta çoktan seyretmiştir ), The Girlfriend Experience'ın başrolünde porno aleminini son süperstarı Sasha Grey var. Soderbergh'in Antonioni ve Bergman'ın filmlerini referans gösterdiği bu deneysel çalışmanın dumanı henüz tüterken yeni bir projenin çekimlerine başlayan yönetmen "boş oturmadı" övgüsünü hak etti doğrusu. Matt Damon'ın başrolünü üstlendiği The Informant önümüzdeki Eylül ayında vizyona çıkacak. Trailer'ı dönemeye başladı bile ( bkz. apple.com, vs ). Gerçek bir olaydan hareketle ve gazeteci Kurt Eichenwald'ın aynı meseleyi anlatan kitabından uyarlayarak çektiği filmde Soderbergh gıda sektöründe faaliyet gösteren bir şirketin yolsuzluklarını konu ediniyor. Ama son derece komik bir dille. Sırf Matt Damon'ın saçı ( peruğu mu demeliydim yoksa ?) bile yeter.