13.02.2015

!f 2015 - Kritik: Big Eyes


!f'in açılış filmi olarak gösterilen Big Eyes usta yönetmen Tim Burton'ın Ed wood'dan bu yana çektiği en kişisel filmi olarak niteleniyor sıklıkla. Haksız bir niteleme sayılmaz doğrusu, Burton'ın filmografisindeki fantastik, masalsı ve gişeyi de boşlamayan karanlık eğlencelikleri düşünürsek. Üstelik Ed Wood'dan beri olması da dikkate değer zira Big Eyes'da hayatını anlattığı Margaret Keane de Ed Wood'u hatırlatırcasına kenarda kalmış, kıymeti pek anlaşılamamış ve hor görülmüş bir sanatçı.  Elbette ikisi için bu nitelemeleri kullanırken aslında bir hayli farklı durumları tarif ettiğimizi unutmamalıyız. Biri ( Ed Wood ) kendi yarattığı illüzyonun içinde kaybolup dahil olmaya çalıştığı sistem tarafından kenara itilirken diğeri ( Keane ) bizzat kendisini sömüren kocası tarafından resmin dışına itilmiş. Biri "dünyanın en kötü sinemacısı" ünvanıyla kadri bilinmeyenler kervanına katılırken diğeri adı sanı duyulmadığı için kıymeti bilinememiş. Ve nihayet biri cinsel kimliği ve yaşam tarzı yüzünden hor görülürken, diğeri onu aşağılayan ve ezen kocasın tarafından hor görülmüş. Gerçi "Kadın ressamları kimse satın almıyor" diyen galerici bilmeden de olsa Keane'i cinsiyeti yüzünden hor görüyor ama Burton onu o kadar çabuk ezip geçiyor ki, lafını etmeye bile değmez.



Burton'ın filmi, özellikle de benim gibi konunun cahilleri için, izleyenleri hemen araştırma yapmaya teşvik edecek filmlerden. Ben de öyle yaptım ve Margaret Keane'i biraz araştırıp hakkında yazılan makalelere göz attım. Ve şunu gördüm ki Tim Burton tüm iyi niyetine rağmen gerçekleri bir hayli yumuşatarak anlatmış. Walter Keane gününü gün ederken tam bir köle gibi çalışmak zorunda kalan Margaret'in günde 16 saat karanlık bir odada resim çiziyor oluşundaki korkunçluk Big Eyes'da yok. Burton'ın görece aydınlık ( hem görsel hem de içerik anlamında ) filmlerinden biri olduğunu düşündüğüm Big Eyes aynı anda birden fazla şeyi anlatmaya soyunuyor şüphesiz ( sanatta sahtecilik, medyanın sahtekarlığı, sanat piyasasının riyakarlığı, kadınlara karşı ezelden beri süren ayrımcılık vs ) ama Keane'in 15 yıla yakın süren çilesini tam anlamıyla verebiliyor mu, ondan şüpheliyim. Öte yandan 60'lı yılların Amerika'sını ve o yılların heyecan verici sanat ortamını çok güzel detaylarla izleyiciye geçirdiğini söylemek pekala mümkün. Ed Wood gibi Margaret Keane'e de hayran olduğunu bildiğimiz Burton ( 90'lı yıllarda ondan o zamanki kız arkadaşı Lisa Marie'nin bir portresini yapmasını istemiş Burton ) koca gözlü çocukların ressamını büyük bir sevgiyle aktarmış beyazperdeye, ona şüphe yok. Kocası Walter'ı oynayan Christophe Waltz'un karikatürleşmenin sınırlarında dolaşan performansına karşılık Amy Adams'tan istediği duygusal yoğunluğu yüksek oyunculuk bile bize bunu gösteriyor aslında. Benim asıl ilgimi çeken şey Tim Burton'ın daha kişisel filmlerinde takındığı mizahi ton. Diğer birçok filminde öne çıkan karanlık ve hüzünlü anlatım nasılsa bu kez yerini aydınlık ( tertemiz görüntüler, parlak renkler, aydınlık kadrajlar ) ve mizahi ( evet yer yer kara mizah ama çok da değil ) bir anlatıma terk etmiş. Sanki yönetmen kendi yüreğine bu kadar yakın konuları hüzünlü anlatmaya dayanamayacakmış gibi. sanki bu kadarını kaldıramayacakmış gibi. Ne tuhaf, değil mi?

1 yorum:

  1. Gideceği yöne karar verememiş bir film, en kilit sahnede komediye yeltenmesi kötü bir kırılma noktası. Üstelik tam da toparlamaya başlamışken.

    YanıtlaSil